4 Nisan 2021 Pazar

Midesizlerin Midesi

 Merhaba,


Sanırım çok nadiren orada veya burada gündem ile ilgili şeyler paylaşmışımdır. Düşüncelerimi açık seçik yazmaktan hep biraz çekinirim olayların sonunu görmekle yetinirim genellikle. Fakat son zamanlarda gündem ile daha fazla alakalı olmaya başladım desem yanlış olmaz. Buna sebep olan şey nedir emin değilim belki covid yüzündendir belki evde dururken o kadar internete ve habere maruz kaldım ki bunlar hakkında daha fazla düşünür oldum.


Türkiye de gündem hep karışıktır muhakkak bir şeyler olur ve herkes olan bu konu hakkında ipe sapa gelmez fikirlerini paylaşır. Zannediyorum benim bu kadar çok şey oluyorken hiçbir yorum yapmamamda bundan kaynaklı o kadar çok insan o kadar çok saçma sapan yorumlar ve komplo teorileri yazıp çiziyor ki benim bir şeyler yazmam kendime ayıp geliyor hatta o konuları hiç düşünmemeye hiç dinlememeye çalışıyorum ne yazık ki bu kadar kirlilik olunca önemli meselelerin de ciddiyeti bozuluyor. Tabii bu kadar çok haber yorum olunca bu kadar çok her kafadan ayrı bir ses çıkınca işin aslını öğrenmekte uzadıkça uzuyor. Bugün bile hala Suriyede hayatını kaybeden 34 askerin hangi sebeple can verdiğini tam olarak bilemiyoruz.


İşte bu noktada aklıma İstanbul Sözleşmesi takılıyor ama bu yazıda anlatmak istediğim şey İstanbul Sözleşesi iyidir veya kötüdür değil anlatmaya çalışacağım ve bana bu yazıyı yazdıran şey tamamen ayrı kafalarda olduğumuz bir gazetenin bir yazarının yazdığı enterasan bir yazı.


Akit gazetesinden bir yazar İstanbul Sözleşmesine karşı olduğunu üç aşağı beş yukarı şöyle özetliyor "İstanbul Sözleşmesini okumadım okumaya gerek de görmedim İstanbul Sözleşmesine karşı olmam için bu sözleşmeyi kimlerin desteklediklerini görmek bana yetti."

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/huseyin-ozturk/adam-budur-lider-budur-cumhurbaskani-budur-35304.html

Bu blogu okuyana hemen hemen herkesi tanırım o yüzden tamda akit'e yakışır bir yazı diye düşündüğünüzü tahmin edebiliyorum ama bir itirafta bulunacağım bende bu sözleşmeyi okumadım hatta bu bloga girenleride bildiğim için şöyle bir iddia ortaya atabilirim sizde okumadınız.


Ama yukarıda da belirttiğim gibi amacım İstanbul Sözleşmesi iyidir kötüdür demek değil amacım bu akit yazısının mantığını anlamak. Aslında İstanbul Sözleşmesinden ve akitten ayrı herhangi bir konu düşünelim belki bir film, belki bir maç yorumu kısaca karar vermemiz gereken  herhangi bir konu olsun bizde burada artık konu ne ise yeteri kadar fikrimiz yada bilgimiz yoksa kendimize yakın gördüğümüz kişilerin fikirlerini yorumlarını referans almıyor muyuz? Bir film izlemek istiyorum o zaman gideyimde x kişisinin önerdiği filmlere bakayım demiyor muyuz? Ama tabiki burada konu önemli bir sözleşme o yüzden bu konuyu incelemek araştırmak ve böyle bir fikre varmak en mantıklısı, fakat yine de ben burada akit yazarının yöntemini uygulayacağım sözleşmeyi destekleyenler ve desteklemeyenlere bakıp karar vereceğim.


Sözleşmeyi desteklemeyenler kimler? Hemen hemen birbirlerinin ikamesi olabilecek gruplar: AKP, Siyasal İslamcılar, AKP'nin küçük alt grupları vs. 

Sözleşmeyi destekleyenler ise: CHP, İYİ, LGBT+, DEVA, Feministler, TUSİAD, Fenerbahçe, Beşiktaş, Sanatçılar, HDP vs.


Ben ilk gruba yani desteklemeyenlere bakınca pek bir şey görmüyorum dediğim gibi birbirine ikame olabilecek gruplar o yüzden hepsini bir bile alabiliriz ama öte yandan bu sözleşmeyi destekleyenler ise birbirlerinden oldukça farklı kesimler açıklamaya gerek yok ama hadi yazalım İYİ Parti ve HDP birbirine zıt iki siyasal parti ve birbirlerinden bağımsız bu sözleşmeyi destekliyor, Beşiktaş ve Fenerbahçe birbirlerinden oldukça farklı iki spor klübü birbirlerinden bağımsız bu sözleşmeyi destekliyor. Feministler ve TUSİAD ne alaka? Benim burada gördüğüm şey çok açık bu sözleşmeyi destekleyenler daha çoğulcu daha kapsayıcı halkın büyük kesiminde karşılık bulabilen bir grup olarak görüyorum. Diğer grupta ise bu tarz bir çoğulculuk yok.


Peki acaba bu sözleşmeyi destekleyenler AKP karşıtlığı için destekliyor olabilir mi? Belki siyasi partilerin bir nebze böyle bir durumu olabilir ama spor klüpleri ciddi ciddi bu hükümetle iyi geçinmek zorundalar çünkü hepsi batık keza bu pandemi döneminde iş dünyası zor durumda bana kalırsa hükümet ile çok çatışmak istemezler yada DEVA, GELECEK gibi yeni kurulmuş küçük partilerin asıl seçmeni muhafazakar veya AKP seçmeni olduğu düşünülürse onlar içinde mantıklı olmaz diye düşünüyorum kısacası bu sözleşme özelinde bir siyasi çıkar gözetildiğini düşünmüyorum tam tersine bu sözleşmeyi destekleyenlerin gerçekten günümüzdeki kadın cinayetleri ve saldırılarına karşı oldukları kadınların haklarının uluslararası bir sözleşme koruma altına almak istediklerini böyle bir problemin var olduğunu ve çözüm için samimiyet gösterdiklerini düşünüyorum.


Neticede evet bende tıpkı akit yazarı gibi sözleşmeyi okumadım ve yine tıpkı onun gibi karar verirken sözleşmeyi destekleyenlere ve desteklemeyenlere baktım. Aslında bu durum günümüzde bir çok tartışma için geçerli olduğunu görüyorum Boğaziçi meselesinde de aynı durum söz konusu, HDP'nin kapatılma davasında da, Demirtaş ve Kavala içinde yada Gergerlioğlu'nun tutuklanmasında da. Evet örnekler artınca bazan çeşitli bahaneler üretilebilir ama o meselenin aslı şu, bu denilebilir fakat en sonunda anladığım kadarıyla demokrasi denilen şey en çok ne özgür düşünce ne saygı sevgi ne de hakikat istiyor en çok istediği şey iyi bir mide.


Mide yoksa demokrasi de yok.

15 Aralık 2018 Cumartesi

Uzak Geleceğin Distopik Dünyası


Uzak geleceğin distopik  dünyasında siz değerli halkımın oyları ile cumhurbaşkanınız olarak tüm vatandaşlarıma doyasıya/kıyasıya, eşsiz ve imkansız hizmetlerimi sunmak için adeta kendimden geçeceğim, kah yerlerde sürüneceğim kah bulutların tepesinde harp çalacağım kimi zaman yabanıl kimi zaman kinik ve çoğu zaman serkeş olacağım için hem mutlu hem de endişeliyim.
Elbette bu zorlu görevimi icra ederken yardım almam işten bile değil. İşte bu yüzden siz değerli ve bir o kadar zor beğenen vatandaşlarıma şimdi hemen kabinemi açıklamak benim için şereftir.

Mr. President: Ben
Cayır cayır bir zeka, atiklik, tetiklik, yaramaz bir çocuk ve de uslanmaz bir aşık olarak günlerin nasıl geçtiğini anlamayacak bir sonraki seçimlerin hemencecik gelişine şaşıracaksınız. Kanınız çekilecek, irkileceksiniz.

Mr.Vice President: Cem Uzan
Benim sağ kolum sizin solunuzdur! İşte bu yüzden Cem Uzan benim yardımcın olmalı çünkü o bu şakaya güler, çünkü o beni anlar. Ayrıca iş bitiren, profesyonel, gerektiğinde tabela yapabilen bir aktör.

Ekonomi: Şeyma Subaşı
Açıklamaya gerek dahi duymadığım en güvendiğim adamım. Kendini bu şekilde tertemiz kılçıksız kurtaran birisi bizi neden kurtarmasın !?

Diyanet: Ramiz Karaeski
Birbirinden güzel kıssadan hisseleri olan müthiş bir hatip. Neden bu cuma bir daha Hasan Sabbah’ın hikayesini dinlemeyelim ki???

Milli Savunma: Emret Komutanım Üsteğmen Levent
Asker, cabbar, kuvvetli. Aranan tüm özelliklere sahip. Gelsin.

Dışişleri: Kıvanç Tatlıtuğ
Evet Behlül. Diyeceksiniz bu adam yakışıklı ne anlar diplomasiden öyle demeyin zamanında UNICEF şeyine katıldı hem zaten burada Kıvanç bey bizim reklam yüzümüz olacak ben şahsen etrafına ne kadar kel, şişman ve gözlüklü ODTÜ mezunu varsa dolduracağım onlar yapacak işi burada mühim olan karşı tarafı etkileyebilme bana inanın bu sayede 6 ile 12 saat arasında Avrupa Birliğine girmemiz garanti gibi. Bundan sonra bekle bizi Finlandiya bekle bizi Hollandiya.

Spor: Olcay Şahan
Kabinenin neşe kaynağı. Her ekibe böyle bir adam lazım. Dikine koşularını geliştirirse tabelaya katkısı çok olur. Ayrıca takımdan ayrı koşmayı sevmez tam bir takım oyuncusu. (Pazartesi gelsin acil)

Sanayi: Dayım
Bu zamana kadar onlarca düğün, yüzlerce sünnet ve binlerce cemiyetin altından kalkan bu adamın verilen herhangi bir görevi rahatlıkla icra edeceğine şüphem neredeyse yok denecek kadar az. O yüzden siz rahat olun sanayiye koyduksak ne endüstri 4.0’ı kalır ne 1-1’i ne karşılıklı golü. Her türlü halleder o.

İçişleri: Dış Güçler
İkide bir karışıyorlar zaten.


Sizlerinde gördüğü gibi rüya takımım ile birlikte memleketin x ve y koordinatları değiştirmeden bambaşka bir yere götürecek, çağ üstüne çağ atlatıp ota boka “bu ne abiii hangi çağdayız yaaa” dedirteceğim. Peki Alper hadi diyelim çağ üstüne çağ atlamadın o zaman ne olacak diyorsanız yazın kış, kışın yaz, güzde bahar, baharda güz saatine geçerek sizlere hangi çağ olmasa da hangi saat ve de mümkünse hangi gün sorularını sordurtacağım. Hepinizi kucak dolusu selamlıyor Allahaısmarladık diyor ve de hutbemi sonlandırıyorum.
                                                                                               Sövgülerimle.


11 Aralık 2017 Pazartesi

Tanzim Tarihi

Merhaba,

Bugün ayın kaçı olduğunu bilmiyorum çünkü saatim yalnızca saati gösteriyor üzerinde takvim yok. Sebebi ise benim tercihim.

İyisin hoşsun ama ayın kaçı onu söylemiyorsun.
Digital saatler bana hiçbir zaman cazip gelmedi, bana göre saatin tek görevi saati göstermesi o yüzden gayet sade üzerinde rakamların dahi olmadığı, rakam yerine çizgilerin olduğu bir saatim var. Minimalist mantık benim aklıma yatıyor. Tarihi bilmiyorum çünkü dediğim gibi saatimde takvim yok bir çoğunuz benim yerimde olsa çıkarır telefonunu tarihine bakar benimde elbette sizler gibi bir telefonum var fakat birkaç gün öncesine kadar ekranını kırdığım için hiçbir şey göremiyorum yalnızca telefon ses çıkardığı zaman parmağımı bile okuyamayan ekrana telefonun kalemini sürterek açabiliyorum. Normal şartlarda tıpkı saatte düşündüğüm gibi telefonda da ne kadar minimalist bir erkek diye düşünebilirsiniz, çünkü telefon neticede ‘Alo- Alo’ demeye yarayan bir alet ama ben bundan daha fazlası olduğum ve ekran üzerinde hiçbir şey göremediğim için yalnızca tek bir ‘Alo’ diyebiliyorum o da eğer birisi beni ararsa. Arayanın kim olduğunu bilmeden ‘Alo’ demek nedir bilir misiniz? Ben bilirim. Ben… Bilirim… Telefon çalıyor ve siz kim olduğunu bilmiyorsunuz kendinizce güzel mi güzel tatlı mı tatlı tahminler yapıyorsunuz diyorsunuz ki beni şuanda çok güzel birisi arıyor sonra telefonu açıyorsunuz ve karşınızdaki sesin bir robot olduğunu duyuyorsunuz. Robotik ses size diyor ki “Sana D-Smart verem mi?” Al başına belayı. Normal şartlar altında telefonu direkt kapatırken şimdi ise kapatamıyorum kalemi telefonun ekranına sürtmediğim yer kalmıyor ama bir türlü kırmızı simgeye denk getiremiyorum işte fotografik hafıza bu yüzden önemli! Neyse tarihi bilmiyorum diyordum. Bu tarih bana neden lazım? Çünkü şuanda mağarasından çıkalı 5 gün olmuş bir adam gibi güzel İstanbullumuzun aylık geliri ben deyim 10.000 sen de 15.000$ olan, bir avuç toprağı m2’si çoooooklar eden, öyle zannediyorum ki annemin doğmuş olduğu evden daha büyük bir noel ağacının karşısında elimde şirketten verdikleri 64 sayfalık not defteri ve yine şirketten verdikleri bayağı bir tükenmez kalem ile bu satırları yazarken tarih atmak istedim. Sadece yazdığım bu yazı için bir tarih atıvermek istedim.

Qarizmaaaaa
Peki ben buradayım da niye buradayım? Çünkü merak ettiğim fakat benim gitmemim öyle pek de gerekli olamadığı bir toplantıya katılmak için buradayım. E peki ben niye şimdi bu noel ağacının önünde, kül tablası olan ahşap bir bankta oturuyorum? Çünkü cüzdanımı yanıma almayı unuttum. Baya yıllardır göt cebimin vazgeçilmesi, bir erkeğin olmazsa olmazı, benim canım Pulp Fiction cüzdanımı, üzerinde ‘Bad Mother Fucker’ yazan müthiş cüzdanımı unuttuğum için beni içeri almadılar. “Kafa kağıdın eksik, bu şekilde sen içeri giremen” dediler. Şuanda toplantının bitip beni tekrar iş yerine götürecek pek saygıdeğer abimi bekliyorum.

Şu satırları yazarken anlıyorum ki ne ekmek, ne su en önemlisi cüzdanmış a dostlar. Mis gibi, çiçek gibi mekanlar varken ben burada olabildiğine küçük bir süs havuzunun önünde rüzgarı yiye yiye oturuyorum.

Ne saatimde takvim, ne de ekranımda görüntü var elimde yalnızca kağıt ve kalem. BU MU 21. yy? BU MU İNSANLIĞIN GELDİĞİ SON NOKTA? BU MU?

Çok üşüdüğüm için şimdi buradaki AVM’ye girdim. İnanın bana takvimi olmayan bir saatiniz, ekranında görüntü olmayan bir telefonunuz ve en önemlisi cüzdanınız yoksa dünyanın en sıkıcı yeri AVM oluyor. Buradaki her insanın bakışı üzerimde sanki tarihi bilmediğimi ve cüzdanımı unuttuğumu biliyorlar gibi bakıyorlar bana. Burası sıcak mı? Evet burası gayet sıcak. Dışarıda çok rüzgar vardı evet dışarısı esiyordu bu doğru ama rüzgarlı havada daha onurlu bir hayatımın olduğunu düşünüyorum. Bu arada AVM’nin içinde tıpkı dışarıdaki gibi devasa bir noel ağacı var fakat bu ağaç yapraklardan, dallardan değil peluş ayıcıklardan oluşuyor ve yüzlerce peluş ayıcık beni ayıplayan bir şekilde bakıyor. Kendimi korku filminde gibi hissediyorum. Cidden.

Miracle tek taş yüzük ne kadar biliyorum (1.099TL), trikolar kaçtan gidiyor biliyorum hatta bebek bakım odası nerede onu dahi biliyorum ama tarihi bilmiyorum. Bu arada ben baya ısındım. Paltomu filanda çıkarmadım hiç. Baya güzel sıcak var yani şuanda birazdan sigara içmek için dışarı çıkınca çok affedersiniz götüm donacak.

Bu hafta işte gördüğünüz gibi pek iyi başlamadı. Bir daha böyle durumlarda kalmamak için aranızdan birkaç gönüllü seçerek bana düzenli olarak tarihi söylesinler . Lütfen çıldırıyorum. BUGÜN AYIN KAÇI ULAN???

                                                         SÖVGÜLERLE


8 Ekim 2017 Pazar

08.10.2017

Yaşım 22 ama 23’den gün alıyorum.

Askere gitmedim çünkü okuyorum.

Okulumu uzattım çünkü üniversiteyi 4 yılda bitiren 4 yıl çalışır 5 yılda bitiren 1 yıl çalışır dediler. 

YALANCI ŞEREFFİZLER!

Murat Menteş’e ayar oluyor ve sevmiyorum.

Soyadımın nereden geldiğini bilmiyorum. Anlatacak bir hikaye yok.

Yolsuzluk tabiri bana tuhaf geliyor.

Türkçe ile felsefe yapılabilir gibime geliyor.

Bu zamana kadar iddaa’dan tam 80,75 lira kazandım.

Bizde para yok.

Çanak anten bence teknolojinin dikeni. Çanak antene katlanıyorsam sebebi teknolojiyi sevmem.

Artık pilavı eskisi kadar sevmiyorum. Yeni favorim türlü.

Turuncu çatılar güzel değil bordo da güzel değil en güzel çatı siyah-gri olan çatı.

Fransız balkonu boş iş.

Vallahi bak bir ara şu passolig’i çıkartıcam.

Karga mı martı mı? Karga.

Martının sesi karganınkinden daha kötü.

Martı aç gözlü bir hayvan. Karga kendi ekmeğinin peşinde kafası çalışan hayvan bi kere.

İnternet işinde  güzel para var diyorlar ama ben bilmem.
En son aldığım albüm Gülben Ergen’indi. Kaset.

Gerçi onu ablam almıştı ben Ragga Oktay istemiştim.

Ben hiç albüm almadım.

Dil okulları çok pahalı be.

Bizde para yok.

Şu sakal ve dar pantolon modasının geçmesini dört gözle bekliyorum.

Kubbe işi benim hoşuma gidiyor.

Üsküdar da her yer yokuş canımı sıkıyor.

Artık duvara poster asma yaşını geçtim bundan sonra duvara bir şey asacaksam önce bi çerçeve 
ayarlamam gerekiyor.

Fizik eskiden havalı bir şeydi çünkü evrenin sırlarını çözmek falan ama baya bir süredir hiçbir gelişe yok keşfedilmesini umdukları şeyleri keşfedebilmek için milyarlar harcadılar fakat elde yine yeni bir şey yok.

Üzdü.

Bu arada Modern Family yine eski tadını vermeye başladı.

Sevindirdi.

Sahile ne zaman insem “ulan aslında yüzerek karşıya çok rahat geçerim” diyorum.

Merak ediyorum çatısı olmayıp terası olan binalarda teras da neden çakıl taşı var.

                                                                                                     Sövgülerle



13 Nisan 2016 Çarşamba

Hayri ve Sınavları

Esas oğlanımızın adı Hayri’dir ve tüm olaylar Hayri’nin başından geçmektedir. Bu keder ve gam dolu hikayeyi ise hayatının her anında Hayri’nin yanında olan ve tüm işini gücünü bırakıp Hayri’nin ne yaptığını, başından neler geçtiğini, ne düşündüğünü, neler söylediğini yazan Hayri’ye çok ama çok yakın birisinin not defterinin elime geçmesi ile birlikte aktarıyorum. Aynen şunlar yazıyor;

Hayri 26 yaşında, civa gibi bir delikanlıdır. Hayatı herkes kadar normal bir şekilde geçmektedir. Herkesin olduğu gibi elbette Hayri’nin de bazen bir takım sorunları oluyordu. Bunların en başında Hayri’ye göre sınavlar geliyordu. Sınavları hiçbir zaman sevmedi ve hayatı boyunca girdiği tüm sınavları kaybetti. Bu gelenek (Hayri bir süre sonra sınavları geçememesini kendince gelenek haline getirmiş kaldığı her sınavdan sonra ellerini havaya kaldırarak gelenek bozulmadı diye bağırarak stres atmaya çalışırdı) Hayri henüz 10 yaşındayken başladı. Girdiği ilk sınav olan bursluluk sınavını kaybetti. Daha sonra bu sınava yenileri eklendi: oks, polis koleji, askeri lise, harp okulları, üniversite, ehliyet vs. vs. Bir süre sonra her genç gibi Hayri de hayatın kendisine acımasızca davrandığını söyleyip isyan ve öfke kusmaya başladı. Hayri kendi kendine bu olayı takıntı haline getirmişti ve bir gün hiç beklemediği bir anda öldü. Hayri’nin son sözleri kendisine çarpan şoföre şunlar olmuştu: “seni ehliyet sınavından geçirenin ta …” ta’dan sonrasını getiremeden hayata gözlerini yumdu.

Hayri, benim birlikte vakit geçirdiğim tek insandı Hayri ölünce bende onunla ölmüş oldum. Diğer dünyaya gittiğimiz zaman bizi kimin karşıladığını az çok tahmin edebilirsiniz. Ben büyülenmiş ve olanlara inanamıyordum Hayri ise hala öfkeliydi ve karşısında durduğumuz o anda sanki Hayri ölmemiş gibi hayatına devam edebiliyordu. Hayri en nihayetinde bir insandı ve her insan gibi onunda yaşadığı hayatta kusurları vardı bunu o da biliyordu. Artık öldüğüne göre yaptığı hatalarının bedelini ödemesi gerektiğini söylenince artık Hayri’yi ben bile tanıyamaz olmuştum 26 yılın en büyük isyanını o anda kusmaya başladı. Sanırım Hayri ona verilen (ki açıkçası çokta uzun olmayan bir süre) cezayı kabul etmiyor sanki bu işi de bir sınavmış gibi değerlendirip buna göre davranıyordu ve yine bir sınavı geçememiş gözü ile bakıyordu. Şahit olduğum manzara tam olarak şunlar: 
Hayri ellerine havaya kaldırarak bağırmaya başladı;

“İşte bu be işte bu gelenek bozulmadan devam ediyor yaşasın!”

“Pardon anlamadım?”

“Gelenek diyorum gelenek! Yine her zamanki gibi devam ediyor çizgimden hiç şaşmadan yolumdayım seriye bağladım!”

“Galiba biraz heyecanlandın.”

“Yoo hayır ne heyecanlanması canım artık bu başıma gelen bir milyonuncu hadise bunun heyecanı kalmadı.”

“İyi misin?”

“Hmm bir düşüneyim ee evet hatta şahaneyim yine beceremedim yine kaldım yani evet tam benim yapacağım bir şeye benziyor o yüzden evet iyiyim.”

“Haa anladım hayattaki sınavlarından bahsediyorsun anlıyorum ama oysaki sınavlarda ki başarısızlığın senin sınavındı biz seni böyle test ettik Hayri.”

“Nasıl yani anlamadım?”

“Herkesin hayatında maruz kaldığı bir sınav vardır kimisini parayla kimisini parasızlıkla test ederiz senide sınavlardaki başarısızlığınla test ettik bu kadar.”

“Özür dilerim ama yine anlamadım.” (Hayri burada bana çok sinirli gözüktü)

“Sınavlardan kalmana şaşmalı cidden nesini anlamadın yahu senin sınavın, sınavlardan başarısızlıktı seni böyle sınadık bakalım her başarısızlıktan sonra ne yapacaksın kendini kontrol edebilecek mi dedik.”

“Ama birazdan cehenneme gideceğim.”

“Evet.”

“Yani yanlış anlamadıysam şöyle siz beni sınavlarda başarısız olmam ile ilgili bir testte soktunuz değil mi?”

“Kesinlikle.”

“Ve ben hayatım boyunca girdiğim tüm sınavlardan sıfır çektim?”

“Yani inan bu kadarını biz bile beklemiyorduk ama aynen hepsinden sıfır çektin.”

“Yani aslında başarısızlığım benim başarım oldu yani aslında en önemli sınavı diğer sınavlardan kalarak vermiş oldum öyle değil mi?”

“Bir bakıma evet.”

“O zaman niye beni cehenneme gönderiyorsun? En büyük sınavı geçmedim mi? Yani istediğinizi yapmadım mı? Daha ne yapmam gerekiyordu sağlık ocağının yaptığı kan testinden de mi kalsaydım?”

 “Şeyy yani… E peki diğer yaptıkların ne olacak?”

“Nasıl büyük sınavın yanında bir de onlar sayılıyor mu?”

“Tabii bir nevi quiz gibi düşün onları.”

“Yani büyük sınavı vermem tek başına yeterli olmuyor öyle mi?”

“Ne yaparsın hayat işte her anı bir sınav eheh.”

“O zaman büyük sınavın ne önemi var? Farkında mısın bilmiyorum ama kim milyoner olmak isterden de elendim bari büyük sınavın bir önemi yok en azından onu geçmeme izin verseydin 3-5 bir şeyler alırdım.”

“Evet kim milyoner olmak isterde bir an ben bile şüpheye düşer gibi oldum ama sonundan çizginden çıkmayarak sana olan güvenimizi pekiştirdin.”

“Ve şimdi cehenneme gidiyorum.”

“Maalesef evlat.”

“Hayatımın sınavını verdim ama yine de cehennem.”

“Orayı yapmak için çok uğraştık hadi ama en azından bi gör.”

“Tamam,tamam nasıl istersen gidip orayı göreceğim madem uğraştınız gidip göreceğim. Kabul, kabul ediyorum.”

“Yalnız son olarak seni bir sınava sokacağız ardından da kısa bir mülakatımız olacak ona göre ya birinci yada ikinci katta ağırlayacağız seni.”

“Tabii ne demek hemen yanımda 2hb yumuşak uçlu kalemim ve tersten okunmuş şekerlerim var hemen yapalım.”

Hayri’nin hayatının yazılı olduğu bu not defteri sırt çantamın arka gözünden çıktı. Oraya nasıl ve ne ara girdi hiçbir fikrim yok.
                                                                                                                         SÖVGÜLERLE



27 Mart 2016 Pazar

YENİDEN MERHABA

A-hoy! Merhaba! Hürmetler!

Uzuuuun bir aradan sonra yeniden burada olmak ne biliyim biraz kötü gibi. O kadar zaman geçmiş hala bıraktığım yerdeyim. İnsan bir ilerleme, gelişme bekliyor ama bulamadım.

En son sizlerle 4 ağustos 2015 günü yine bu blogda beraber olmuştuk hatırladınız mı? Ne gündü ama be hala unutamadım üzerimde ipekten yapılmış bir ropdaşambır, hafif bir çakır keyiflik  ve televizyonda Ahmet Maranki… Hatırladıkça duygulanırım…

Neyse tüm bunlar bir yana sevgili okur 4 ağustos tarihinden bu yana eğer merak ediyorsan bende pek bir değişiklik yok elbette başımdan geçen birkaç olay var örneğin zeplin adında bir fanzin çıkarmaya başladım sağda solda çıkardıkça dağıtıyorum nasıl diyeyim eee bu blogun sayfalara basılmış halini düşün işte öyle. Fotokopi artığı. Onun dışında tam bir gün süren yabancı dil öğrenme maceram oldu, bir gün sürdüğü içinde öğrenememe gibi bir durum söz konusu oldu. Böyleyken böyle işte lafı pek fazla uzatmayıp konumuza giriş yapmak daha güzel olacak sanki. Müsaaden ile yazıyı alt tarafa bırakıyorum….

KOKULARIN KOŞUŞU

Karşımda oturan hanımefendi elindeki kahve fincanını masaya yavaşça bırakırken bana bakıp bu sabah sahilde nereye yetişmeye çalıştığımı sordu. Herhangi bir yere yetişmiyordum sadece koşuyordum dedim. “Nasıl yani sadece koşuyordunuz?” diye merak içinde bakışlarını bana odaklamaya devam etti. “İşte sadece koşuyordum.” Dedim. Masaya bıraktığı fincanı alırken “koşmak neye benziyor?” diye bir soru sordu. Koşmaya başladığımdan beri koşmanın ne kadar güzel bir şey olduğunu keşfettim koşarken koşmayı düşünüyordum. Koşmak hakkında uzun uzadıya konuşmak istiyordum ve işte tam fırsatı dedim kendi kendime. “Koşmak otomobile benzer hanımefendi. Aynı otomobil gibi hızlanırsınız, aynı otomobil gibi virajları alırken zorlanırsınız, aynı otomobildeki şu oto kokuları gibi sizde koştuktan sonra leş gibi kokarsınız.” Güldü “otomobil kokuları o kadar kötü mü ki?” dedi “Bence o kadar kötüler” dedim “altı üstü 5 metrekarelik otomobilde kokuyu ne yapacaksınız ki insanı boğuyor güzel kokacak diye nefes aldırmıyor otomobilde camlar boşuna mı var?” dedim. Güldü “haklısınız galiba” dedi. “Peki niçin sabahın köründe tüm insanlar uyurken siz koşuyorsunuz?” diye sordu. “Kusura bakmayın ama hanımefendi size düzenli beslenip, spor yaparak sağlıklı ve uzun bir hayat cinsinden yanıt vermeyeceğim koşuyorum çünkü normal bir hayat istiyorum belki normal hayattan biraz fazlası koşmamın tek nedeni sağlıksız beslenip normal bir hayat yaşamak. Bol kalorili, şekerli, enfes hamur işleri yemek ve 45’imde ölmemek için koşuyorum.”  Elinde tuttuğu kafeine bir süre baktı daha sonra “peki şu kokular sizi neden bu kadar rahatsız ediyor evinizde de hiç kullanmıyor musunuz?” dedi. “Elbette kullanmıyorum kullanılacak bir tarafları yok ki. Ya çılgın dağ esintili, ya lavanta kokulu, ya orman mentollü, ya da okyanus fışkırtmalı kusura bakmayın ama hanımefendi ormanda yaşamıyoruz herhalde şehir burası canım şehir! Şehre uygun kokular yapsınlar önce ne biliyim asfalt kokusu mesela yada sanayi kokusu.” Tiz bir kahkaha attı “şaka yapıyor olmalısınız, cidden sizi nasıl bir koku cezp eder acaba?” diye sordu. “Bana kendimi evimde hissettirecek bir koku olmalı tabi ki asfalt konusunda ciddi değildim ama bilemiyorum mesela yemek kokuları olabilir yada mutfak kokuları karışık baharat, bakliyat vs bana kendimi evimde hissettirecek bir koku olmasını isterim belgesel çekimlerinde değil.” Dedim.  “Enteresan bir düşünce yapınız var ve ayrıca biz neden böyle itici bir ses tonu ve vurgu ile konuşuyoruz?” dedi. “Bilmiyorum ama eğer isterseniz bu durumu tersine çevirebiliriz.” Dedim “Nasıl olacak peki?” diye dikkat kesilmiş bir biçimde bana bakarak sordu. Çayımdan son yudumumu alırken saçlarımı geriye doğru atıp karşımda ki hanımefendiye dönerek “kalkıp buradan siktirip gideceksin bu höm höm konuşmada sona erecek yarım saattir ağzım yoruldu lan! Hanımefendi, beyefendi, yok şaka yapıyor olmasınız, yok peki ben neden koşuyormuşum, enteresan bir düşünce yapısıymış kalk git lan bu masadan yok yere geldin oturdun beni de gerdin kalk git kahveni de öde adisyonu al hooop adisyon al çakal!” Dedim.

Koku insana tanıdık gelmeli, onu güvende hissettirmeli. Siz hiç nohut kokan bir yerden korkar mısınız? Ya tarhana kokan bir yerden? Hiç zannetmiyorum. Ev kokusu yapacaksanız böyle kokuları deneyin. Bu kokuların olduğu bir yerde gördüğüm kadına ben anne diye seslenirim televizyonun karşısında ki adama da baba diyeyim o zamanda tam olsun.

Ev, ev gibi kokmalı. Doğal orman kokusu ne? Ev de mi yaşıyoruz yoksa Tarzan’ın koltuk altında mı?
Buradan bu endüstriye sesleniyorum: SİZ HİÇ MEŞHUR PATLICAN DOLMAMIZDAN TATTINIZ MI?
                                                                                                                                      
                                                                                                                   SÖVGÜLERLE…




4 Ağustos 2015 Salı

HAYALİMDEKİ ARABA

Hayalimdeki araba buz mavisi renginde.

Hayalimdeki arabanın dört kapısı var.

Hayalimdeki arabanın iç hacmi 17 metrekare.

Hayalimdeki araba 200 basıyor ama ibresi 240'a kadar çıkıyor.

Hayalimdeki araba 5 kişilik. Şoför koltuğunda ben, benim yanımda sen ve arka 3'lüde de Mazhar, 
Fuat, Özkan oturuyor.

Hayalimdeki araba teyp yok çünkü teybe gerek yok istediğimiz parçayı MFÖ'ye söylüyoruz onlar çalıyor.

Hayalimdeki arabanın hava yastıkları kaz tüyünden.

Hayalimdeki araba 6 silindir ama silindirleri kare şeklinde.

Hayalimdeki arabanın camları filmli ama o siyah filmlerden değil beyaz perdeden. Benim camım da 
Görevimiz Tehlike serisi oynarken senin camında sadece Kutsal Damacana 2 oynuyor.

Hayalimdeki arabanın arka camında ise bir fransız sanat filmi oynuyor. Ben, sen, Mazhar, Fuat, Özkan hepimiz bu sanat filmine sırt çevirerek sanata adeta sanatla karşılık veriyoruz.

Hayalimdeki arabanın bagajı geniş mi geniş böylece canımız baş başa kalmak istediğinde MFÖ'yü 
bagaja tıkabiliyoruz.

Hayalimdeki arabanın aynaları çukur ayna böyle olunca trafikte canımızı sıkan başka bir araba olursa aynamızı o araca doğru yöneltip onu yakabiliyoruz.

Hayalimdeki arabanın üstü açılır kapanır ama biz hiç açmıyoruz. Çünkü kovalaklığımızı hayalimdeki evimizde yapıyoruz.

Hayalimdeki arabada vites yok çünkü vites benim kafamı karıştıran bir şey.

Hayalimdeki arabanın adı Süleyman.

Hayalimdeki araba talaş ile çalışıyor.

Hayalimdeki arabanın farları floresan.

Hayalimdeki araba hiç zorlanmadan kendi kendine park yeri bulabiliyor.

Hayalimdeki arabanın ikinci el piyasası şahane istediğimizde elden çıkarabiliyoruz.

Hayalimdeki araba Stan Lee imzalı.

Hayalimdeki arabanın koltukları en azından Kamil Koç'tan rahat.

Hayalimdeki araba için minik bir şiir;

       HAYALİMDEKİ ARABA

Hayalimdeki araba, araba gibi araba,
Yoldayken beni sakın arama.
Kış lastiklerini zamanında taktırdığımda,
Nasıl mutlu oluyor sorma.

                                                                                              SÖVGÜLERLE

30 Haziran 2015 Salı

Kafamı Kurcalayan Sorunlar

Merhabalar!

-Şu son dönemde olmak isteğim en çok şey veli! Veli olmaya sanırım çok istiyorum. Bildiğiniz ebeveyn ve evet bunu ben istiyorum (demek ki her insan değişiyormuş).
Böyle bir şey yaşamadan ölmem!
Veli olup da yapmak istediğim en çok şey çocuğumu sınava götürmek. Mesela üniversite sınavına sokmak. Çok güzel bir şey lan çocuğun 3 saat boyunca sınav salonunda ecel terleri dökerken senin yapman gereken sadece okulun gölge bir yerinde gözünde gözlük ve elinde de soğuk soda ile onu beklemek. Yapman gereken tek şey bu. Bunu yaparak ebeveynlik görevini yerine getiriyorsun. Hatta ve hatta çocuğunu 3 saat boyunca hiçbir şey yapmadan (aman allahım tam benlik) bekledikten sonra çocuğun sınavdan çıkınca onunla birlikte yemek yemeye gidiyosun yada tatlı. Okula götür, gölge bir yerde bir şeyler içerek bekle sonra yemek yemeye git ve bam dünyanın en iyi velisisin! Bunu kesinlikle yapacağım.

Karınları deşen Jack
-Katiller, katillerimiz onlar olmasa ana haber bültenlerimizi kim seyrederdi ki? Onları seviyoruz, onlarla birlikte yaşamaya doyamıyoruz.
Aklımı karıştıran katillerin en başında seri katiller var. Bakın tüm seri katillerin ortak özelliği sonunda yakalanmalarıdır. Hepsi arkalarında bıraktıkları izler sayesinde yakalanırlar. Aptal lan bunlar dediğinizi duyar gibiyim ama ego böyle bir şey işte. Zekiler ya, hani çok dahiler ya, çocuklukları çok zor geçmiş ya, allahın artistleri her cinayet sonrası bi mesaj bi işaret bi bir şey bırakacaklar. Bırakma kardeşim bırakma oradan öyle yakalanıyorsun işte. Bana kalırsa bu seri katilleri sırf böyle artistlikler yapmak için cinayet işliyorlar yoksa psikolojileri senden benden iyidir yani. Hayır sırf bir not bırakmak için tüm bunları yapıyorsan yine bırak ama kimseyi öldürme mübarek insan. Bana bırak mesela. Şöyle buzdolabının üzerine. Su faturasını yatırmayı unutma cnm de mesela.

1.000.000 $ entari
-Her yıl ülkemize milyonlarca turist geliyor. Gelen turistlerinde büyük çoğunluğu da araplar oluyor. Arap turistler diğer turistlerden farklı olarak ağırlıkla alışverişe yöneliyorlar. Yani arapların gezme tozma ile çok ilgileri yok genelde kılık-kıyafet için Türkiyeyi tercih ediyorlar. Peki ama neden?
İşte bir milyon dolarlık sorumuz bu. Araplar neden kıyafet alıyorlar? Özellikle arap kadınlarının ellerinde ultra lüks giyim markalarının çantalarını görüyorum. Be arap bacım neden hiç giymeyeceğin bir elbiseye binlerce lira verirsin ki? Hayır ben hiçbir arap kadınını kot pantolon tişört kombini veya aldığı bir yazlık elbise ile birlikte görmedim. Sürekli kara çarşaflılar hayır onları çarşafın altına giyiyorsa  pes doğrusu der susarım.
Arap baharı sadece siyasi olarak geldi normalde araplar hiç bahar yaşayamadılar.

-Buradan da İranda başlayan protestolara da selam olsun!




                                                                                                               Sövgülerle

18 Mayıs 2015 Pazartesi

NATÜRALİST, ORGANİK VE TABİİ

Doğal olup olmamak işte tüm mesele bu!

Doğal bir şey var mı? Varsa nerede? Marketlerde bulabilir miyiz?

Galiba en büyük sorunumuz doğal olup olmadığımız ama hiç merak etmeyin doğal bireyler değiliz. Evet ne yazık ki öyle, bir türlü doğal olamıyoruz. Peki bu kesin bilgi mi? Kesinlikle kesin bilgi toplanıp yayalım!

Sen diyor, ben diyor, diğer insanlar diyor hatta ve hatta herkes diyor abudik gubidik hanım kızcağızımız. Hiç birimiz doğal değilmişiz ve dünya aslında biraz lame olan ama aynı zamanda da çok hoşlandığı bir geyik olan bad tripmişmiş te miş miş miş ve bizlerde bu bad tripte bulunan alien tarzında yaratıklarmışız. Dinlerken açıkçası gerim gerim geriliyorum. Çok yavaş ve çok ağır konuşan bu kızcağızımız her ne hikmetse haklı oluyor. Olmamasını istiyorsunuz ama oluyor elimizden herhangi bir şey gelmiyor oturup bir köşeye hiç de doğal olmayan halimizle ağlıyoruz günler gelip geçiyor göz pınarlarımız kuruyor ve bir hışımla ayağa kalkıp diyoruz ki "lan sen
kim köpeksin? Gel bakayım hele şöyle çabuk lafını geri al!" diyoruz ama nafile kızcağızımız nuh  diyor peygamber demiyor söylediği laftan geri döndüremiyoruz kendisini. Ağır ağır yavaş yavaş terk ediyoruz atölyeyi. Aradan bir kaç saat geçmeden sokaktaki bizlere rastlıyoruz. Bizler çok mühim işleri olan insanlarız acelemiz çok, vakit kaybetmememiz lazım bir yerlere bir şeyler yetiştirmemiz lazım deyip kendi kendimizden azar işitiyoruz. Şüpheleniyorum "lan" diyorum "yoksa bu kızcağızımız
haklı mı?" diyorum biraz duraksıyorum "olur mu lan öyle şey sabah sabah daha uyanamamış ne dediğini kendi de bilmiyor" diyorum "kedidir o, kedi" diyerek kendimi rahatlatmaya çalışsam da bir türlü başarılı olamıyor ve seyir halindeki dolmuşa dalıyorum şoföre sert bir bakış atarak "ne var kardeşim bu kadar mühim bir mesele olmasa böyle bodoslama dalmazdık

herhalde dolmuşuna diyorum" ağza alınmayacak
bir iki lafından anladığım kadarıyla işi ve stresinden bahsediyor müşterilerin tutumundan şikayet ediyor bir de bunlar yetmezmiş gibi vergilere dem vuruyor ve yine ettiği küfürden çıkarımda bulunup çok yoğun ve önemli bir insan olduğunu anlıyorum. Yarım saat kadar sonra çantamı bıraktığım kütüphane sırasından alıp ajandama bakıyorum tüm sayfaları boş tek bir çizik dahi yok koskoca ajanda da. Halbuki çok yoğun, karmaşık ve sıkışık hayatımı daha rahat planlamak için almıştım ben bu 7.99 lira olan ajandayı her ne hikmetse tüm sayfalarını boş bırakmışım. Derken soğuk soğuk terlemeye başlıyorum "kızcağız haklı" diyorum "kendi yarattığımız karmaşada boğuluyoruz" diyorum Ne olur ne olmaz deyip yoldan geçen birinin kolundan tutmaya çalışıyorum ama tutamıyorum acele acele bir yere doğru gidiyor kim bilir ne yapacak? İkinci kişiyi bu sefer yakalıyorum. Yakalar yakalamaz "bırak beni kardeşim çok mühim işlerim var benim patronum bekler daha sonra yıl dönümü
kutlamasına katılacağım gelecek ay ise terfi bekliyorum bırak beni çabuk" diyor bırakıyorum.

Kızcağızımız haklı çıkıyor anneme telefon edip tüm olan biteni anlatıyorum tam lafımın ortasındayken "Evladım" diyor "ben seni birazdan ariyiiim dolma yapıyorum babana yakmayayım hafta sonu zaten yine düğün var ona yetişicem yaza doğru da evi boyatmayı düşünüyorum tamam mı  ona göre" diyor "peki" diyorum ve telefonu kapatıyorum.


                                                                                          SÖVGÜLERLE

15 Nisan 2015 Çarşamba

FAYANS

 Adım Niyazi Çınar 1992 yılında doğdum çevremdeki insanlar sanki benden rahatsız oluyormuş gibi bir izlenime sahibim 4 gündür evden dışarı çıkmadım, 4 gündür aynı yemeği yiyorum, 4 gündür bu iş neden böyle diye düşünüyorum ama bir türlü kendimi tatmin edecek bir cevap bulamıyorum. Aslında iyi bir insanımdır pek çok kişi hakkında kötü düşünmem, pek çok kişi hakkında iyi de düşünmem genel olarak kişiler hakkında düşünmekten hoşlanmıyorum bu beni çok fazla yoruyor. Zamanında bir anaokulu öğretmeni ile tanışmıştım. Doğrusu beni etkiliyordu. Güzeldi, kibardı ve cana çok yakındı. Kısa bir süre önce bu kadın hakkında düşünmeye başladım: öncelikle çocuklarla arası iyiydi sınıfında çocuklar onu seviyordu bu iyi bir şey diye düşündüm ve sanırım hayatımda ilk defa bir insana bu kadar iyi niyetle yaklaşmıştım ama buluşmalarımızın birinde küçük çocukların yaptıkları hataları öyle bir zevkle anlatmıştı ki gözleri parıldamıştı hata yapmalarından hoşnut gibiydi. Hakkında bir karar veremiyorum tamamen bu konuda pasifim. 4. günün sonunda dışarı çıkıp bu gizemi çözmeye karar verdim ve kitapçıdaki şu uzun saçlı çocuğu görmeye gittim onunla ara ara muhabbetimiz oluyordu. Kitaplardan, dergilerden, çizgi romanlardan konuşmayı seviyorum ama o çocuğunda yüzünde çevremdeki diğer insanlar gibi tuhaf bir ifade vardı. Gittiğimde dergileri yerleştirirken gördüm onu hemen yanına sokulup derdimi anlattım kendimle alakalı düşüncelerini bana anlatmasını istedim. Çocuk pek bir şey diyemedi sadece ona göre biraz ırkçıymışım. Galiba şu İlber Ertem'in kitabını alırken ki durumdan kaynaklanmıştı. O gün uzun saçlı çocukla kadınlar hakkında konuşuyorduk bende kendi fikrim olmayan sadece benim düşüncem olan birkaç söz söyledim sanırım bunlar çocuğu etkiledi. Ona eğer birisiyle evlenmem gerekirse bu kesinlikle ortadoğudan olmaz demiştim yani haksızmıyım bilemiyorum açıkçası yanımda beklenmedik bir sevgi "patlaması" yada sevinçten "havaya uçmak" gibi şeyler beni korkutuyor. Peki ya ona nasıl bir evlenme teklifi edilmeli bu gerçekten çok zor vücuduma c-4 yerleştirip kızın karşına yüzüklerle geçip "hey benimle evlenirmisin bak yüzük de aldım ama dur tatlım bunları burada değil cennette takacağız" diyip bir aşk cihadı yapmamı beklerse ben bunlara kesinlikle gelemem. Buradan pek bir sonuç çıkmadı ikinci durağım bankadaki güvenlik oldu ona da gidip her şeyi izah ettim o da bana herkesin ortak birkaç görüşü olduğu benimse bunları olması gerektiği kadar önemsemediğimi söyledi. İyi ne yapayım ben nihilist bir insanım kusura bakmayın ama sizinde dinlemediğiniz sanatçı ölünce üzülmeniz çok saçma değil mi? Bunlarda bana yardımcı olamadı eve geri döndüm bavulumu hazırladım terminale gidip Afyon'a bir bilet aldım. Sanırım Afyon'da fayans işine giricem.

   Niyazi Çınar'ın sır gibi sakladığı günlüğünden bir sayfa.
   
                                                                                                                 SÖVGÜLERLE