A-hoy! Merhaba! Hürmetler!
Uzuuuun bir aradan sonra yeniden burada olmak ne biliyim
biraz kötü gibi. O kadar zaman geçmiş hala bıraktığım yerdeyim. İnsan bir
ilerleme, gelişme bekliyor ama bulamadım.
En son sizlerle 4 ağustos 2015 günü yine bu blogda beraber
olmuştuk hatırladınız mı? Ne gündü ama be hala unutamadım üzerimde ipekten
yapılmış bir ropdaşambır, hafif bir çakır keyiflik ve televizyonda Ahmet Maranki… Hatırladıkça
duygulanırım…
Neyse tüm bunlar bir yana sevgili okur 4 ağustos tarihinden
bu yana eğer merak ediyorsan bende pek bir değişiklik yok elbette başımdan
geçen birkaç olay var örneğin zeplin adında bir fanzin çıkarmaya başladım sağda
solda çıkardıkça dağıtıyorum nasıl diyeyim eee bu blogun sayfalara basılmış
halini düşün işte öyle. Fotokopi artığı. Onun dışında tam bir gün süren yabancı
dil öğrenme maceram oldu, bir gün sürdüğü içinde öğrenememe gibi bir durum söz
konusu oldu. Böyleyken böyle işte lafı pek fazla uzatmayıp konumuza giriş
yapmak daha güzel olacak sanki. Müsaaden ile yazıyı alt tarafa bırakıyorum….
KOKULARIN KOŞUŞU
Karşımda oturan hanımefendi elindeki kahve fincanını masaya
yavaşça bırakırken bana bakıp bu sabah sahilde nereye yetişmeye çalıştığımı
sordu. Herhangi bir yere yetişmiyordum sadece koşuyordum dedim. “Nasıl yani sadece
koşuyordunuz?” diye merak içinde bakışlarını bana odaklamaya devam etti. “İşte
sadece koşuyordum.” Dedim. Masaya bıraktığı fincanı alırken “koşmak neye
benziyor?” diye bir soru sordu. Koşmaya başladığımdan beri koşmanın ne kadar
güzel bir şey olduğunu keşfettim koşarken koşmayı düşünüyordum. Koşmak hakkında
uzun uzadıya konuşmak istiyordum ve işte tam fırsatı dedim kendi kendime.
“Koşmak otomobile benzer hanımefendi. Aynı otomobil gibi hızlanırsınız, aynı
otomobil gibi virajları alırken zorlanırsınız, aynı otomobildeki şu oto
kokuları gibi sizde koştuktan sonra leş gibi kokarsınız.” Güldü “otomobil
kokuları o kadar kötü mü ki?” dedi “Bence o kadar kötüler” dedim “altı üstü 5
metrekarelik otomobilde kokuyu ne yapacaksınız ki insanı boğuyor güzel kokacak
diye nefes aldırmıyor otomobilde camlar boşuna mı var?” dedim. Güldü
“haklısınız galiba” dedi. “Peki niçin sabahın köründe tüm insanlar uyurken siz
koşuyorsunuz?” diye sordu. “Kusura bakmayın ama hanımefendi size düzenli
beslenip, spor yaparak sağlıklı ve uzun bir hayat cinsinden yanıt vermeyeceğim
koşuyorum çünkü normal bir hayat istiyorum belki normal hayattan biraz fazlası
koşmamın tek nedeni sağlıksız beslenip normal bir hayat yaşamak. Bol kalorili,
şekerli, enfes hamur işleri yemek ve 45’imde ölmemek için koşuyorum.” Elinde tuttuğu kafeine bir süre baktı daha
sonra “peki şu kokular sizi neden bu kadar rahatsız ediyor evinizde de hiç
kullanmıyor musunuz?” dedi. “Elbette kullanmıyorum kullanılacak bir tarafları
yok ki. Ya çılgın dağ esintili, ya lavanta kokulu, ya orman mentollü, ya da okyanus
fışkırtmalı kusura bakmayın ama hanımefendi ormanda yaşamıyoruz herhalde şehir
burası canım şehir! Şehre uygun kokular yapsınlar önce ne biliyim asfalt kokusu
mesela yada sanayi kokusu.” Tiz bir kahkaha attı “şaka yapıyor olmalısınız,
cidden sizi nasıl bir koku cezp eder acaba?” diye sordu. “Bana kendimi evimde
hissettirecek bir koku olmalı tabi ki asfalt konusunda ciddi değildim ama
bilemiyorum mesela yemek kokuları olabilir yada mutfak kokuları karışık
baharat, bakliyat vs bana kendimi evimde hissettirecek bir koku olmasını
isterim belgesel çekimlerinde değil.” Dedim. “Enteresan bir düşünce yapınız var ve ayrıca
biz neden böyle itici bir ses tonu ve vurgu ile konuşuyoruz?” dedi. “Bilmiyorum
ama eğer isterseniz bu durumu tersine çevirebiliriz.” Dedim “Nasıl olacak
peki?” diye dikkat kesilmiş bir biçimde bana bakarak sordu. Çayımdan son
yudumumu alırken saçlarımı geriye doğru atıp karşımda ki hanımefendiye dönerek
“kalkıp buradan siktirip gideceksin bu höm höm konuşmada sona erecek yarım
saattir ağzım yoruldu lan! Hanımefendi, beyefendi, yok şaka yapıyor olmasınız,
yok peki ben neden koşuyormuşum, enteresan bir düşünce yapısıymış kalk git lan
bu masadan yok yere geldin oturdun beni de gerdin kalk git kahveni de öde adisyonu
al hooop adisyon al çakal!” Dedim.
Koku insana tanıdık gelmeli, onu güvende hissettirmeli. Siz
hiç nohut kokan bir yerden korkar mısınız? Ya tarhana kokan bir yerden? Hiç
zannetmiyorum. Ev kokusu yapacaksanız böyle kokuları deneyin. Bu kokuların olduğu
bir yerde gördüğüm kadına ben anne diye seslenirim televizyonun karşısında ki
adama da baba diyeyim o zamanda tam olsun.
Ev, ev gibi kokmalı. Doğal orman kokusu ne? Ev de mi
yaşıyoruz yoksa Tarzan’ın koltuk altında mı?
Buradan bu endüstriye sesleniyorum: SİZ HİÇ MEŞHUR PATLICAN
DOLMAMIZDAN TATTINIZ MI?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder